Bir devlet çok farklı şekillerde örgütlenebilir; bu pek çok olasılık üzerine yıllarca düşündükten sonra, şu sonuca vardım: Demokrasi,… var olan sistemlerin en demokratik olanı!
Demek ki, demokrasi var, diktatörlük var… hepsi bu. Topu topu iki seçenek. Daha çoktur sanıyordum.
İtalya’da bir dönem diktatörlük vardı ve bu rejimi yaşayanlar, ne olduğunu bilirler. Diğerleri, yalnızca demokrasiyi gördüklerine sevinmeliler.
Ben, hatırlayabildiğim zamanlardan bu yana, hep demokrasiden yana oldum, doğuştan gelen bir şey bu, sonradan olma değil.
Tıpkı insanın doğar doğmaz Roma Apostolik Katolik kilisesinden olması gibi.
Katolik... ne diyeyim ki şimdi; apostolik, ne demektir bilmiyorum; ama bir de Romalı!
Her durumda, diyeceğim şu: Bugün, nasıl olur da demokratik olmaz insan?
Sözlükte, “demokrasi”nin Yunancadan geldiği ve “halkın iktidarı” demek olduğu yazıyor.
Şiirsel bir ifade ve zengin çağrışımlar içeriyor.
Ama ne anlamda “hallkın iktidarı”? Nasıl oluyor bu? Sözlükte onu yazmamışlar.
Ama biliyoruz ki, 1945’ten bu yana, o ünlü yirmi yıllık dönemin ardından, İtalyan halkı en sonunda oy verme hakkına kavuştu.
Böylece ünlü temsili demokrasi doğdu. Birkaç dahice değişiklikten sonra, şöyle işliyor temsili demokrasi: Sen bir partiyi destekliyorsun, o bir koalisyon seçiyor, koalisyon kim olduğunu bilmediğin bir aday belirliyor ve beş yıl süreyle belirlenen kişinin seni temsil etmesini kabul ediyorsun.
Olur da bir yerlerde rastlarsan, bu kişi sana haklı olarak: “Siz benim kim olduğumu bilmezsiniz”, diyor.
Halkın iktidarı dediğimiz şey işte budur.
Ama yalnızca bundan ibaret değil. Daha katılımcı biçimler var.
Mesela, referandum, çok pratik olmayan bir doğrudan demokrasi uygulamasıdır; onun aracılığıyla herkes her konuda görüşünü dile getirebilir.
Ne var ki, ninemin Orta İtalya’da “şehir trafiğinin yeniden yapılandırılması”1 konusunda karar vermesi gerekiyorsa, biraz zorlanması kaçınılmazdır.
Bunun bir nedeni de, Venedikli olmasıdır.
Neyse ki, “hayır” demek istiyorsa “evet”, “evet” demek istiyorsa “hayır” demesi yeterli.
Her durumda, doğruyu tutturma ihtimali % 50.
Ama referandum, her şeyden çok, folklorik, sembolik bir değerdir.
Çünkü sonuçların siyasi anlamı üzerine uzun uzun tartıştıktan sonra, her şey eskisi gibi kalıyor, zaten kimin umurunda ki.
Demokrasinin bir başka temel özelliği, çoğunluklar ile azınlıklar oyununa dayanmasıdır.
Sandıktan 51 çıkarsa kazanırsın, 49 çıkarsa kaybedersin.
Her şey sayılara bağlıdır.
Lotoda olduğu gibi. Fark şu ki, loto oyununda halk arada bir kazanır, demokraside asla.
Peki ya 50’ye 50 çıkarsa?
İşte, bu, demokrasimizin bir özelliğidir.
Her şey 1948’de başladı. Artısını eksisini göz önünde bulundurursak, sağ ---Hıristiyan Demokratlar, liberaller, monarşistler, milliyetçiler, vesaire vesaire--- ile sol ---komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, vesaire vesaire--- arasında tam bir eşitlik söz konusu.
Sonra, o zamandan bu yana yıllarca hep böyle olageldi.
“Yok, ama, şimdinin ne ilgisi var? Şimdi her şey farklı”. Evet, bariz bir şey bu, bir tür deprem oldu, siyasi kurumların adları, liderleri değişti.
Doğru, artık % 50 sağ ile % 50 sol yok. Yüzde 50 ortanın sağı ile yüzde 50 ortanın solu var.
Ya da 50 nokta öyle küçük bir rakam söz konusu ki, adamın teki ishal oldu mu hükümet düştü demektir.
Yapacak bir şey yok, belli ki İtalyanlar yönetilmek istemiyorlar, güvenmiyorlar.
Korkuyorlar: Şuradakiler çok fazla kazanırsa, sonucu bir sol diktatörlük olur. Diğerleri çok fazla kazanırsa, hoş geldin sağ diktatörlük!
Peki, ortanın diktatörlüğü? Tadından yenmez.
En iyi dileklerimle, en iyi dileklerimle, en iyi dileklerimle!
1. Örnek, Türkçeye uyarlandı