Ah, bırak güneş vursun yüzüme, Yıldızlar süslesin düşlerimi
Hem zaman hem uzay gezgini olmuşum ben geldiği yere dönmek
ve dünyanın pek nadir gördüğü bu asil soyun büyükleriyle bir araya gelmek için.
konuşurlar oturup bekledikleri ve her şeyin apaçık olacağı günlerden,
konuşurlar ve zarif dillerden, tınıları kulaklarımı okşayan, şarkılar söylerler.
anlamlandıramadım duyduğum hiçbir kelimeyi, oysa öykü gayet açıktı.
ah!, yavrum, uçuyordum.
ah, annem!, inkar etmek yok!,
ah! evet, kendimden geçiyordum
annem!, annem!, inkar edemem, inkar edemem.
ah, gördüğüm her şey kararıyor, güneş kavururken yeryüzünü ve
kumla doluyor gözlerim, bu çorak diyarı süzerken
anlamaya çalışırken, çözmeye çalışırken geldiğim yere nasıl döneceğimi
ah, fırtınanın, tıpkı rüyada aklından geçenler gibi, hiç iz bırakmayan rehberi
işte beni o yere götüren yol, sarı bir çöl deresi
yaz kamerinin altındaki shangri-la'm
geri geleceğim tabii ki,
haziran'da kashmir'den geçerken kalkan tozlar gibi kaçınılmaz bu.
ey, dört rüzgarın efendisi!
yıllar denizinden ve hiçbir tedbir almadan
sadece açık bir alınla geçerken korkunç boğazlardan
şişir yelkenlerimi!
ah!
ben ilerlerken, ilerlerken yolumda, evet!
gördüğümde, yolu gördüğümde, senin kaldığını gördüğümde. vah!
ahh!, ne yazık!, ahh! ne yazık! hüzünlendiğimde
ah!, heyhat!, ah yazık bana! öyle keyifsizim, öyle mutsuzum ki
ah! bebeğim, ah güzelim, haydi izin ver seni de götüreyim
izin ver seni de götüreyim
izin ver oraya seni de götüreyim...