Kimbilir ne mırıldanıyor rüzgâr
bu akşam sızlanışı ile
şu kapının ardında
şimdiden sönmüş şömine
ben gözlerimi kapayıp hatırlıyorum
gençlik aşklarını.
Sizden ne kaldı geriye eski aşklar,
şenlik günleri, sevgi dolu duygular?
Yalnızca mahzun bir resim,
parmaklarımın arasında.
Sizden ne kaldı geriye masum bakışlar,
Gözyaşları, kahkahalar ve yeminler?
Yalnızca birkaç pusula bir çekmecenin dibinde,
Nisan akşamları, büyülü hayaller,
rüzgarda savrulan saçlar, kaçamak öpüşler.
Öyleyse, ne kaldı bütün bunlardan geriye, söylesenize.
Bir çehre görüyor, bir ad mırıldanıyorum,
ama ne ne zamandı, ne nasıldı, hatırlamıyorum.
Bir köy geliyor aklıma, dönüp dönmeyeceğimi bilemediğim.
Yok artık karanlıkta el ele tutuşma:
Şaşırmıştık mutlu iki kişi, nedenini bilmeden.
Yok artık kitaplığa gizlenen çiçekler:
Kokusu başımızı döndürür, ama hemen uçup giderdi, ne yazık!
Sizden ne kaldı geriye eski aşklar,
büyük sırlar, sırdaş kalpler?
Yalnızca gönülde tam iyileşmemiş bir yara.
Ne kaldı geriye sizden gözüpek sözler,
utangaç okşamalar, çekingen sarılmalar?
Yalnızca bir kül, artık tütmeyen, kendini tüketen,
mehtaplar, tatlı yollar ve sen dünün yiten ruhu.
Niçin yok oluverdin, kim gönlünü çaldı, söylesene.
Yalnızca bir ezgiyi hatırlıyorum hâlâ
o zamanın bir plağından
Ve bir yer geliyor aklıma, dönüp dönmeyeceğimi bilemediğim.