Gene bu bedeniyle uyanıyor insan,
uykuda seyahat ettikten sonra.
Bilinçdışı, rüyalarla aktarıyor bize
derinlere gömülü hakikat parçalarını:
kadın ya da köy papazı,
paralı asker veya aile babası olduğum zamanları.
Bu yüzden, rüyada biraz farklı görüyoruz kendimizi
ve bilinmeyen yerler bildik sanki
İsimler durup çehreler değişiyor
ve de tersi: her şey olabiliyor.
Nasıl da bulaşıcı ve yeniydi gök...
ve fazladan bir şey vardı havada.
Bir çay içmeye gelir misin
Caffè de la Paix’de?*
hadi gel benimle.
Zehirli tuzaklardan korumalıyım kendimi
ve ‘kutsal’ın izinden gitmeye çalışıyorum uyuduğumda,
geriye uçarak geçmiş çağlara
avlulara, bahar mevsimine.
Renkli kumları bir çölün,
şeffaf kıyıları derelerin.
Bir çay içmeye gelir misin
Caffè de la Paix’de?
hadi gel benimle.
Bugün bile, rengeyikleri tundranın,
göçmen kabilelerini taşıyor,
bir yılda binlerce kilometre kat eden…
Ve bakınca, mutlu gibi geliyorlar bana,
mutlu gibi geliyorlar insana.