Bu şehir, bu leke gün doğumundaki,
Pusun içine gizlenmiş bu sabah…
Saat 8, bir martı, çığlığı ile uyarıyor denizcileri.
Bu gök, nehrin bu kıvrımı
yavaşlayıp rahatlatıyor beni, çekiliyor akıntı
Ve bütün anılarım kararıp siliniyor.
Gene de, gene de... Geri geldim.
Bu şehrin tuhaf, mıknatıs gibi bir çekiciliği var,
İnsanın beyninde hedefi gösteren bir sinyal gibi…
Ve denizde seyrediyorsun yarıkürenin yıldızları ile,
Soruyorsun kendine: Yahu niye geldik biz buralara?
Bir yer altı nehri gibi veya gizli bir akarsu,
Başının içinden akıp rüyalarına musallat olan…
Ve sen, bu çuvala tıkmışsın o rüyaları,
Buralarda koca dünyada olmayan hiçbir şey yok,
Gene de, gene de... Geri geldin.
Bazı geceler güverteye uzanır,
Yıldızların seyrine bakardım,
Şu takımyıldızlara, orada asılı duran,
Halatların, gemi armasının ötesinde,
Merak ederdim o kız da aynısını gördü mü diye
Veya hatırlayabiliyor mu diye adımı,
Ama niçin beni geçirsin ki aklından?
Sevdiği, denize kaçan bir genci?
Hem bazı şeyleri sorgulayıp vakit harcamak niye:
Neymiş, kız bekler miymiş benim gibi birilerini?
O yüzden, limana süzülüyorsun denizlerin köpüğü ile,
Dans salonlarına, genelevlere, keyif çatmaya!
Gemi limandan ayrılmış, pek de umurunda değil,
Hiçbir fikrin yok kimin yatağını paylaştığın hakkında,
Kafan, gemi bölmesi kapısı üstündeki bir çekiç gibi
Sanki biri çeneni kırmış gibi hissediyorsun kendini,
Her yer kan lekeleri ve cam parçaları ile kaplı,
Yemin ediyorsun Tanrı’ya bir daha içmeyeceğine,
Gene de, gene de.
Doğrusu, çok geç artık kızı bulmak için,
Çok geç onu hatırlamak için bir bahçenin kapısında
---Bir uşağın beklememi söylediği---,
Ve belki de bir kapının yüzüme çarpıldığı,
Aklım bambaşka bir yerlerde,
Gene de, gene de,
Gün batmadan önce,
Denizden önce,
Bekleyen başka bir şeyler olabilir
Benim gibilerini.
Bu şehir, bu leke gün doğumundaki...