“Bırak öleyim”, diye haykırdım perde inerken
Ve önümdeki dünyayı kederle seyrettim
Yaşlı gözlerim bahsetmeye dayanamaz
Önümdeki yıkıntılarda paramparça olmuş krallıktan
Var olan topraklara ne oldu?
Anıların yuvasında bir inci
Sonsuza dek gitti… İnsan oğlunun akıllarından yola çıkmış
Leş yiyiciler, annenin kanıyla besleniyor
Yaşamın parazitleri, kalbimle
Senin cahil yollarını mahkum ederim
Cenaze salonuma
Sonbahar rüzgarlarından doğmuş
Ulu ağaçların yaprakları gibi
Solar ve düşerim
Sessiz hüznün pençesinde yapayalnızım
Bana hayatı
Ve içinde bulacağım şeyleri şereflendirmem söylendi
Eğer gördüğüm her şey karanlıksa
Bırak öleyim ve kör bir halde uyanayım
Önümdeki ışıl ışıl parlayan bıçak gibi
Kayıpların ninnilerini söyleyerek
Fısıldar “Ölüm, yitirdiğin
Cennete giden yolda kurtarıcındır”
Cehennemi akla getiren insanoğlu
Bırak yakayım şerefli yaratılış tacını ve gelecek
Sonsuzluk süresince küllerle seni tahtından indireyim
Ait olmadığım burada niçin kalmalıyım?
Zayıflıktan içim yanıyor…ve boş kabuk
İhtiyacım olan kutsallığa giden yolu kaybettim
Hayat getirmeyen şafağı selamlayacağım,
Kara geceyi temizleyecek hiçbir gün ışığı yok
Kederli gezintim sona erdi
Zamanım donarken solmuş gölgelerde gizleniyorum
Lanetli öfkeyle uyumsuz kafiye oluşturan
Bu düzensiz dünyadan korunmuş halde
Bir zamanlar Eden*’in yıldız ışığını elimde tuttum
Ve beyaz gök hür bir ruhun içinde açılıp yayıldı
(Ancak gölgeler düşerken
yıllar çok çabuk geçti ve bir sabah var olmak için hiçbir sebebim olmadığı halde uyandım)
Tarifi imkansız hüznün gölgeliğinde yapayalnızım
Korkudan bir gölge ateşinin içinde yapayalnızım
Geldiğim yerden beni eve götür
Hayat ateşimi besleyecek ışığı bulacağım yere
Yoksa bir umut fısıltısı olmadan kalbim yok olacak